Ben eminim ki insanlar olarak başımıza gelebilecek en kötü
şey, en kötü lanet mutsuzluktur. Öyle ki insanı içten içe benliğinden koparıp
yırtık parçaları teker teker yakar.
Aslında benim görüşümle mutsuzluğu etkileyen en büyük unsur
kurduğumuz hayallerdir. Hayal kırıklığı bir insanı öldürebilir veya daha kötüsü
süründürebilir. Siyah bir sayfayı siyah bir kalemle karalamaya benzer
kurduğumuz hayaller. Fakat biz hayal kurmaktan asla vazgeçmeyiz çünkü hayaller
bizim çökmüş ruhumuzun gıdasıdır.
Sorarım size Güneş’in doğuşunu reddedebilir misiniz?
Kalbinizi durdurabilir misiniz veya aynı kareye iki defa yağmur damlası
düşürebilir misiniz? Hayal kurmakta böyledir siz ne bok yerseniz yiyin aklınız
gene sizi zayıflatacak bir hayal kuracaktır çünkü, “Akıl düzenbaz herifin ta
kendisidir. Onu o ya da bu şekilde mutlu etmenin bir yolunu bulamazsınız.”
demiş John C. Parkin.
Tahminimce kurduğunuz hayallerin bir kısmı hatta büyük bir
çoğunluğu duygusal hayallerdir. Size bunu TV idolüm olan Sherlock’un bir
repliğiyle hatırlatayım: “Duygu denen
şey, sadece kaybeden tarafta bulunan kimyasal bir kusurdur. Her zaman aşkın,
tehlikeli bir dezavantaj olduğunu varsaymışımdır.” Aşk sizi kullanır ve zayıflatır.
Güçsüz kılar, evet dostum bu böyledir.
Geçenlerde bir arkadaşım soruyor işte bana: “Neden böyle be,
niçin mutlu ettiklerimiz tarafından hiç mutlu edilemiyoruz? Bazen düşünüyorum,
her şeyi, herkesi atmak şu hayatımdan. Ne dersin? Atabilir miyim şu aşkı
hayatımdam”
Ne mi derim? Tam olarak şöyle derim: N'apıyorsun be azizim?
Öyle kolay değil işte o, her ne olursa olsun değil. Dönüp arkana bak, eğer
bıraktığın izler, sende bırakılan izlerden azsa sen kaybettin. Şerefine bir
kadeh içerim, olmadı iki kadeh, şişenin dibini görmekte varsa kaderde ne
yapalım içicez bu gece. Al sende doldur bir kadeh, gül rengi şarap var, içilmez
mi bu kara günde?...
Kaç defa söyledim sana? Ne laftan anlarsın, ne söz
dinlersin. Sen kendini ne sandın? Onların canımı olacaktın be adam? Pehh…
Kaptırma kendini bunlara. Sana canım diyecekler, canları olmadığın halde. Sen
onları kendinden sakınacaksın, kendini öldüreceksin ama onlara
dokunamayacaksın. Onlar ne mi yapacak? Seni alıp bir oyuncak gibi oynayacak,
sonra atacaklar bir kenara. Düşüncelerine telaffuz bir kelime bulamayacaksın,
onlar dinleyip dinleyip susacaklar. Bazen gülecekler, yalandan da olsa. Sen
gözlerine bakıp inanacaksın, onlar ise gözlerini hep başka tarafa çevirecekler.
Rüyaların var biliyorum, hiç uğraşma onlar yakında kabus olacak. Kokularını
bırakacaklar, gülüşlerini, masumluklarını, seni seviyorumlarını, tutulmamış
sözlerini… Sende sadece bunlar kalacak ama onlar bu gamlı adamdan çoktan firar
etmiş olacaklar.
Bak şu gökyüzüne, yukarda bağıran bir adam var. Sakın ha onu
dinleme, o her şeyi bozan orospu çocuğunun ta kendisi. Ne diyorduk
inanmadığımız o tanrıya? “Sevgisini geri istiyorum, onu geri istiyorum.” Bu
kadar düştük biz ha, ne zaman böyle parçalandık be? Kalan sağlar bir kerede
bizim olsun, çok mu şey istiyoruz? Niye kimse bizi özlemedi ha? Niye sevmedi , ne yaptık ne günah
işledik? Beddua falan mı aldık acaba ha, ne dersin?
Hiçbir şey deme aslında. Olay ne biliyor musun? Biz onları
saf duygularımızla yoğurduk, kendi canımızla besledik, mutluluğu gömdük ruhlarına.
Şimdi tüm insanlığı alıp önüme soruyorum: Biz nerede hata yaptık? Aslında hata
falan yapmadık dostum, sadece normal bir insanı tanrı yaptık. Sonra tanrı bizi
unuttu. Ama biz onu hiç unutmadık, çünkü onu öldürdük. Kalbimizde yaşıyor bu
günlerde…