Hayat, belki de bildiğimiz tek gerçek. Öyle ki; hayat kör
bir kuyu ve bu kuyudan çıkmanın öyle ya da böyle hiçbir yolu yok. Sen çıkışa
ulaştığında o sana paradokslar yaratmaya başlar.
Peki ya mutluluk? Sizce bu kuyu da mutlu olmamızın bir yolu
var mıdır? Aklımız, aklımızın içindeki sersem herifi mutlu etmenin bir yolu var
mıdır? Güneşli bir yaz gününde kar yağmasının ihtimali var mıdır? Sessiz bir
gece de, sessiz bir adamın sessiz çığlıklarını duyabilir misiniz? Zifiri
karanlıkta kaybolmuş bir bedeni görebilir misiniz? Düşlerine uzun zaman önce
veda etmiş birine yaşamayı öğretebilir misiniz? Gözyaşları tükenmiş bir insana
“hadi ağla! Ağla!” diyebilir misiniz? Mavi gökyüzünü unutmuş bir zihne,
Güneş’in parıldayışını hatırlatabilir misiniz?
Çok mu soru sordum? Çok soru sordum evet, sorularda
benliğimizin bir parçasıdır zaten. Her gün herkese her yer de her zaman sorular
sorarız. Neden veya niçin bilmeksizin zihnimizi meşgul etmeksizin sadece
sorular sorarız. Bazen cevap alır, bazen alamayız. Bazen doğru söylerler bazen
yalan. İnsanlar hep böyle, bencil yaratıklar. İnsan olduğuma utanıyorum.
Hiçbir yerde, hiç kimseyle, hiçbir şey düşünmeden yaşlanmak
istiyorum. Neden, niçin veya nasıllar olmadan sadece karanlık bir gecede
karanlık ve suskun denizi izlerken çayımı yudumlayıp sigaramı içmek istiyorum. Şehrin
tüm ışıklarını kapatıp Evren’i, yıldızları izlemek istiyorum. Canis Major’u
görmek, Sirius’un o parıltısını içimde hissetmek istiyorum. Sol elime
Betelgeuse’u alıp, sağ elimle de Bellatrix’i taşımak istiyorum. Avcı’nın
Kemeri’ini kuşanıp evren de dalıp gitmek istiyorum.
Ne güzeldir kurduğumuz hayaller. Halen taptazeyken ve
yıkılmamış iken ne kadar güzeldir hayat. Sonra, sonra hayat sana der ki; “Dur!
Ne yapıyorsun? Bu kadar mutluluk sana fazla be adam, yeter artık.”
Öyle bir şeydir ki bu his, en mutlu olduğun an aklına gelir
ve seni içten içe yer bitirir. Öyle bir durumdasındır ki ölüyorum sanırsın
fakat ölmediğini görünce, hala yaşamaya devam edince için ölmeye başlar. Yavaş
yavaş, sakin sakin gelir ve senin içinde ki tüm renkli çiçekleri birer birer
siyaha boyar. Tüm duvarlar, mavi gökyüzü, parıldayan Güneş, gözlerimizde ki o
renkler birer birer siyaha boyanır. Siyah demek yalnızlık demek, siyah demek
sessiz bir haykırış demektir. Sessiz bir adamın sessiz çığlıklarını kim
duyabilir? Kim görebilir bu haykırışı, kim?
Ne gün doğsun istersin, ne de bulutlar çekilsin gökten. Yağsın yağmur, ıslansın savaştan çıkmış harap
halde ki şu aciz ruhun. Gözyaşların tükendi biliyorum, bırak gökler ağlasın
senin yerine, senin yerine bu şehir ağlasın. Bu güzel şehir, bu mutluluk kokan
şehir bırak senin için üzülsün bu gece, süpürsün tüm yalnızlığını üzerinden.
Bir tek düşlerin kalsın, onlar da giderse ne yaparız? Ruhumuzun yiyeceği değil
midir düşler?
Aslında bugün biraz uyumalıyız, uyuyup yeni yarınlara kucak
açıp onlardan güzel günler beklemeliyiz. Güzel günler gelecek çocuk, güzel
günler göreceğiz, evet biz bunu biliyoruz. Güzel olan gelecek bize çok uzak
olsa da elbet bir gün bizde mutlu olacağız. Uyumayan ve bizi izleyen
karanlıktan gökkuşaklarıyla çıkacağız. Ellerimiz de rengarenk çiçeklerle
kocaman çayırlar da kuşları izleyeceğiz. Ağaçların gölgelerin de oturup,
tertemiz havayı ciğerlerimizin en diplerine kadar çekeceğiz.
Mutlu olmayı öğreneceğiz ama bugün değil, bugün mutlu olmak istemiyoruz ki biz. Bugün tam da olmak istediğimiz adam, bugün karanlıkta kaybolmuş bir şövalye olmak istiyoruz. Gözümüze birer kelebek gibi görünen ejderhaları kendi alevleriyle boğmak istiyoruz. İçimizde ki bu acıyı, bu nefreti, bu öfkeyi, bu kibri yerlere göklere haykırmak istiyoruz biz! Yoksa nasıl çıkabiliriz ki bu kadar karaktersiz insanın içinden, yoksa nasıl çıkabiliriz bu insanlardan.
Mutlu olmayı öğreneceğiz ama bugün değil, bugün mutlu olmak istemiyoruz ki biz. Bugün tam da olmak istediğimiz adam, bugün karanlıkta kaybolmuş bir şövalye olmak istiyoruz. Gözümüze birer kelebek gibi görünen ejderhaları kendi alevleriyle boğmak istiyoruz. İçimizde ki bu acıyı, bu nefreti, bu öfkeyi, bu kibri yerlere göklere haykırmak istiyoruz biz! Yoksa nasıl çıkabiliriz ki bu kadar karaktersiz insanın içinden, yoksa nasıl çıkabiliriz bu insanlardan.
Mutlu olmayı çoktan unuttuk. Güneş’in doğuşunu, denizin
sesini, aşk kokan şiirleri, yemyeşil ağaçları unuttuk. En iyi dostumuz içkimiz
ve sigaramız oldu. Umut etmeyi umut ederken kaybettik, gülmeyi gülerken
kaybettik, sevgiyi severken kendimizi ise kendimizin içinde kaybettik. Uçsuz
bucaksız okyanusta sığınacak bir liman aradık. Bulduk mu peki? Bulamadık. Hala
o okyanusta dalgalarla yol alıyoruz. Biz gerçekten biz miyiz, yoksa biz bir
başkası mıyız inan bilmiyoruz. Tek bir şeyden eminiz, o da hala yaşadığımız ve
yaşamaya devam etmek istediğimiz.
Tüm bunların ardından yarın Güneş gene doğacak ve sen gene
hayaller kuracaksın ve hayal kırıklığına uğrayacaksın. Bunlar olağan şeyler,
hepimiz böyleyiz. Yoksa hayatın ne anlamı kalır?
Mutluluğu unutmalısın, hayat mutlulukla çekilmeyecek kadar zordur…
0 yorum:
Yorum Gönder