25 Ekim 2014 Cumartesi

Mutluluk Üzerine

Bu şehrin azizleri, bu yıkık şehrin kaybolmuş ruhları, yalnızlığın atlıları, karanlığın kovboyları. Evet, bizler buyuz! Bizler unutulmuş her şeyin unutulmayan çocuklarıyız.  Zifiri bir yolda gidiyoruz ama nereye veya ne yapmaya gittiğimizi bilmiyoruz. Tek hedefimiz yüce olmayan bu hayatta yüce olmak. Denizde ki dalgalar gibi art arda savruluyoruz. Sonbaharda kuruyup dalından düşen birer yaprağız. Rüzgar nereye isterse oraya gidiyoruz. Güneşi görmeyeli asırlar oldu, Ay’ın göz kamaştırıcı parıltısını çoktan unuttuk. İçimizdeki amansız yaratık artık bizi ele geçirdi. Benliğimiz denizin ta en dibinde, yüzme bilmiyoruz. Ölüm bile bizi unuttu. Yaşıyor muyuz, onu dahi bilmiyoruz. Tek bir şey istiyoruz. Gerçi ona bile hazır olup olmadığımızı bilmiyoruz. Bu karanlıktan çıkışımız yok. Yoksun bir başlangıçla bu karanlığın içinde can çekişiyoruz. Duyduğumuz hiç, gördüğümüz hiç, kokladığımız hiç, dokunduğumuz veya hissettiğimiz sadece birer hiç. Sadece yürüyoruz, sonu olmayan kör bir zindanda yürüyoruz. Ruhumuzun bölünmüş parçalarını arıyoruz ama bir ruhumuzun kaldığından emin değiliz. Tanrının unuttuğu bu benliklerde yaşamak için savaş veriyoruz fakat ne kadar istesek de bize bahşedilen karanlığı hiçe sayamıyoruz. Geçmişimiz yok, geleceğimiz kayıp ve bugünün olduğundan bile emin değiliz. Kendimizi kurtarmak istiyoruz bu sonsuzdan, bu bilinmezlikten. Normal bir zihnin, bir insanın dayanma sınırını çoktan aştık ve artık sadece susuyoruz. Ne ölüyüz, ne de yaşıyoruz. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgi bizim için artık tastamam çizilmiş vaziyette. Devam etmek veya kalmak mümkün değil, her şey boş, her şey saçma! Uyumayı artık hatırlamıyoruz. Çayın içimizi ısıtan sıcaklığını, denizin kuduran dalgalarının sesini, rengarenk çiçeklerin kokusunu, evrenin uçsuz bucaksız muhteşemliğini çoktan unuttuk. Kendimizi bile hatırlamıyoruz bu karanlıkta. Hiçbir çıkış yok, bizim için hiçbir kurtuluş yok artık.

Asla, asla, asla ve asla mutlu olamayacağız. Niçin kendimizi yoruyoruz? Niçin koşuyoruz bu sonsuz yolda? Niçin kendimizi harap ediyoruz, niçin kendini harap ediyorsun be adam? Oturalım şuraya dinlenelim. Gün gelecek mutluluğu hissedeceğiz belki de iliklerimize kadar ama oturup düşündüğümüzde o aklımızın içinde ki aşağılık herif mutsuz olacağımız zamanları düşünüp bizi gene öldürecek.

Mutluluk esarettir, bundan derhal kurtul! Mutsuzlukla mutlu olmayı dene, bunu yaptığın zaman kurşungeçirmez olacaksın. Mutsuzluk evrende bilinen her acıdan daha çok acı verir insana. Mutlulukta bilinen her şeyden daha çok güzel hisler verir. Fakat acı sınırsız güç, güzel olan her şey ise zayıflık getirir.

Fırtınalı bir okyanusun içinde attığın bir kulaç mı, yoksa durgun denizde attığın bir kulaç mı daha zordur? Hayat herkes için bu kadar zor değildir, kimileri sadece durgun denizlerde gününü gün ederler. Tabi ki mutluluk herkesin hakkı fakat ben burada mutsuzluktan tükenmişken, dışarıda bir aptalın teki mutluluktan kendini beceriyor. Ben bu kadar çabalarken, bu kadar hakederken dışarıdaki bunu hiç mi hiç hak etmeyen o insanın mutlu olması zoruma gidiyor be azizim. Dert bilmez, tasa bilmez, sıkıntı bilmez hatta hayatı bile bilmez ama gelmiş ben mutluyum diyor.

Şimdi gelip de bana “Der tabi! Çünkü adam mutlu amk.” demeyin. Diyemez amk! Ben burada mutsuzken o kim kopek mutlu olacak? Benim dünyam benim üzerime kardeşim, benim dünyamda ben mutsuzken hiçbir sikim mutlu olamaz! O kadar.

Karşında gülüyorlar, kahkaha atıyor, espri yapıyorlar. Ya be adam bu senin hoşuna gidiyor mu? Tutup bi kenara çekip “Napıyosun lan sen? Napıyosun lan amına soktuğumun çocuğu görmüyor musun ölüyorum lan ben, ölüyorum olum gülmesene!” desene şu orospu çocuğuna! De işte, demedin mi böyle kaybedersin her zaman. Gerçi ne zaman kazandın ki? Söyle bana ha dostum ne zaman kazandın? Kazanmak bizim genlerimizde yok. Mutluluk dinimiz, huzur kitabımız olsa, bizler birer ateist olurduk şerefsizim!

Bizim sorunumuz aslında basit, her yeni günden o kadar şey beklersek o yeni günler gelir bizim elimize verir teker teker. “Al bunu, bak bakalım beklentilerine uyuyor mu? Uymuyorsa bi boy büyüğünü verelim abime…” der sana. O bahsettiğim mutlu orospu çocuklarının bırak yarını, dün veya bugün bile akıllarında değil. Bizler geçmişi referans alıp, bugünü doya doya yaşayıp, yarını inşa ederken onlar sadece bugünü, her günü yaşadıkları gibi yaşarlar.

Bu aynı bir aksiyon filmi severinin, filmde bir gram aksiyon olmamasına rağmen filmin türü aksiyon diye gidip o filmi izlemesi gibidir. Çünkü onlar için hayat bu kadar basit, bizim için öyle mi? En ince ayrıntıya kadar düşünürüz biz, bugün ne olacaksa olsun diyemeyiz işte. Çünkü o güne, o kadar çok beklenti sığdırdık ki biz, biri bile olsa galaksinin en mutlu adamı olacağız ama biri bile olmuyor işte.
Ne diyor Ozzy baba: “Hayat seni beklemez dostum.”

O kadar doğru bir cümle ki bu. Hayat geçerken önümüzden ışık hızında, biz ancak koşarak ona yetişmeye çalışıyoruz. Ama bazen şöyle bir durum oluyor ki, hayat ışık hızını da geçiyor ve zamanda geri gidiyor. O zamanda geri gittiği için sen yaşadığın şeyleri gün gelince tekrar yeni baştan yaşıyorsun. Kimileri buna déja vu derler, ben doğanın hayata karşı savaşı diyorum. Gerçi bu savaşı her şeyin sonunda gene de hayat kazanıyor fakat işin ucunda aç olduğun o mutluluğu tatmak var.



21 Ekim 2014 Salı

Hayat Üzerine

Hayat, belki de bildiğimiz tek gerçek. Öyle ki; hayat kör bir kuyu ve bu kuyudan çıkmanın öyle ya da böyle hiçbir yolu yok. Sen çıkışa ulaştığında o sana paradokslar yaratmaya başlar.

Peki ya mutluluk? Sizce bu kuyu da mutlu olmamızın bir yolu var mıdır? Aklımız, aklımızın içindeki sersem herifi mutlu etmenin bir yolu var mıdır? Güneşli bir yaz gününde kar yağmasının ihtimali var mıdır? Sessiz bir gece de, sessiz bir adamın sessiz çığlıklarını duyabilir misiniz? Zifiri karanlıkta kaybolmuş bir bedeni görebilir misiniz? Düşlerine uzun zaman önce veda etmiş birine yaşamayı öğretebilir misiniz? Gözyaşları tükenmiş bir insana “hadi ağla! Ağla!” diyebilir misiniz? Mavi gökyüzünü unutmuş bir zihne, Güneş’in parıldayışını hatırlatabilir misiniz?

Çok mu soru sordum? Çok soru sordum evet, sorularda benliğimizin bir parçasıdır zaten. Her gün herkese her yer de her zaman sorular sorarız. Neden veya niçin bilmeksizin zihnimizi meşgul etmeksizin sadece sorular sorarız. Bazen cevap alır, bazen alamayız. Bazen doğru söylerler bazen yalan. İnsanlar hep böyle, bencil yaratıklar. İnsan olduğuma utanıyorum.

Hiçbir yerde, hiç kimseyle, hiçbir şey düşünmeden yaşlanmak istiyorum. Neden, niçin veya nasıllar olmadan sadece karanlık bir gecede karanlık ve suskun denizi izlerken çayımı yudumlayıp sigaramı içmek istiyorum. Şehrin tüm ışıklarını kapatıp Evren’i, yıldızları izlemek istiyorum. Canis Major’u görmek, Sirius’un o parıltısını içimde hissetmek istiyorum. Sol elime Betelgeuse’u alıp, sağ elimle de Bellatrix’i taşımak istiyorum. Avcı’nın Kemeri’ini kuşanıp evren de dalıp gitmek istiyorum.

Ne güzeldir kurduğumuz hayaller. Halen taptazeyken ve yıkılmamış iken ne kadar güzeldir hayat. Sonra, sonra hayat sana der ki; “Dur! Ne yapıyorsun? Bu kadar mutluluk sana fazla be adam, yeter artık.”

Öyle bir şeydir ki bu his, en mutlu olduğun an aklına gelir ve seni içten içe yer bitirir. Öyle bir durumdasındır ki ölüyorum sanırsın fakat ölmediğini görünce, hala yaşamaya devam edince için ölmeye başlar. Yavaş yavaş, sakin sakin gelir ve senin içinde ki tüm renkli çiçekleri birer birer siyaha boyar. Tüm duvarlar, mavi gökyüzü, parıldayan Güneş, gözlerimizde ki o renkler birer birer siyaha boyanır. Siyah demek yalnızlık demek, siyah demek sessiz bir haykırış demektir. Sessiz bir adamın sessiz çığlıklarını kim duyabilir? Kim görebilir bu haykırışı, kim?

Ne gün doğsun istersin, ne de bulutlar çekilsin gökten.  Yağsın yağmur, ıslansın savaştan çıkmış harap halde ki şu aciz ruhun. Gözyaşların tükendi biliyorum, bırak gökler ağlasın senin yerine, senin yerine bu şehir ağlasın. Bu güzel şehir, bu mutluluk kokan şehir bırak senin için üzülsün bu gece, süpürsün tüm yalnızlığını üzerinden. Bir tek düşlerin kalsın, onlar da giderse ne yaparız? Ruhumuzun yiyeceği değil midir düşler?

Aslında bugün biraz uyumalıyız, uyuyup yeni yarınlara kucak açıp onlardan güzel günler beklemeliyiz. Güzel günler gelecek çocuk, güzel günler göreceğiz, evet biz bunu biliyoruz. Güzel olan gelecek bize çok uzak olsa da elbet bir gün bizde mutlu olacağız. Uyumayan ve bizi izleyen karanlıktan gökkuşaklarıyla çıkacağız. Ellerimiz de rengarenk çiçeklerle kocaman çayırlar da kuşları izleyeceğiz. Ağaçların gölgelerin de oturup, tertemiz havayı ciğerlerimizin en diplerine kadar çekeceğiz.

Mutlu olmayı öğreneceğiz ama bugün değil, bugün mutlu olmak istemiyoruz ki biz. Bugün tam da olmak istediğimiz adam, bugün karanlıkta kaybolmuş bir şövalye olmak istiyoruz. Gözümüze birer kelebek gibi görünen ejderhaları kendi alevleriyle boğmak istiyoruz. İçimizde ki bu acıyı, bu nefreti, bu öfkeyi, bu kibri yerlere göklere haykırmak istiyoruz biz! Yoksa nasıl çıkabiliriz ki bu kadar karaktersiz insanın içinden, yoksa nasıl çıkabiliriz bu insanlardan.

Mutlu olmayı çoktan unuttuk. Güneş’in doğuşunu, denizin sesini, aşk kokan şiirleri, yemyeşil ağaçları unuttuk. En iyi dostumuz içkimiz ve sigaramız oldu. Umut etmeyi umut ederken kaybettik, gülmeyi gülerken kaybettik, sevgiyi severken kendimizi ise kendimizin içinde kaybettik. Uçsuz bucaksız okyanusta sığınacak bir liman aradık. Bulduk mu peki? Bulamadık. Hala o okyanusta dalgalarla yol alıyoruz. Biz gerçekten biz miyiz, yoksa biz bir başkası mıyız inan bilmiyoruz. Tek bir şeyden eminiz, o da hala yaşadığımız ve yaşamaya devam etmek istediğimiz.

Tüm bunların ardından yarın Güneş gene doğacak ve sen gene hayaller kuracaksın ve hayal kırıklığına uğrayacaksın. Bunlar olağan şeyler, hepimiz böyleyiz. Yoksa hayatın ne anlamı kalır?

Mutluluğu unutmalısın, hayat mutlulukla çekilmeyecek kadar zordur…


feedburner facebook twitter youtube google+ feedburner
feedburner