Bu şehrin azizleri, bu yıkık şehrin kaybolmuş ruhları,
yalnızlığın atlıları, karanlığın kovboyları. Evet, bizler buyuz! Bizler
unutulmuş her şeyin unutulmayan çocuklarıyız.
Zifiri bir yolda gidiyoruz ama nereye veya ne yapmaya gittiğimizi
bilmiyoruz. Tek hedefimiz yüce olmayan bu hayatta yüce olmak. Denizde ki
dalgalar gibi art arda savruluyoruz. Sonbaharda kuruyup dalından düşen birer
yaprağız. Rüzgar nereye isterse oraya gidiyoruz. Güneşi görmeyeli asırlar oldu,
Ay’ın göz kamaştırıcı parıltısını çoktan unuttuk. İçimizdeki amansız yaratık
artık bizi ele geçirdi. Benliğimiz denizin ta en dibinde, yüzme bilmiyoruz.
Ölüm bile bizi unuttu. Yaşıyor muyuz, onu dahi bilmiyoruz. Tek bir şey
istiyoruz. Gerçi ona bile hazır olup olmadığımızı bilmiyoruz. Bu karanlıktan
çıkışımız yok. Yoksun bir başlangıçla bu karanlığın içinde can çekişiyoruz.
Duyduğumuz hiç, gördüğümüz hiç, kokladığımız hiç, dokunduğumuz veya
hissettiğimiz sadece birer hiç. Sadece yürüyoruz, sonu olmayan kör bir zindanda
yürüyoruz. Ruhumuzun bölünmüş parçalarını arıyoruz ama bir ruhumuzun kaldığından
emin değiliz. Tanrının unuttuğu bu benliklerde yaşamak için savaş veriyoruz
fakat ne kadar istesek de bize bahşedilen karanlığı hiçe sayamıyoruz. Geçmişimiz
yok, geleceğimiz kayıp ve bugünün olduğundan bile emin değiliz. Kendimizi
kurtarmak istiyoruz bu sonsuzdan, bu bilinmezlikten. Normal bir zihnin, bir
insanın dayanma sınırını çoktan aştık ve artık sadece susuyoruz. Ne ölüyüz, ne
de yaşıyoruz. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgi bizim için artık tastamam
çizilmiş vaziyette. Devam etmek veya kalmak mümkün değil, her şey boş, her şey
saçma! Uyumayı artık hatırlamıyoruz. Çayın içimizi ısıtan sıcaklığını, denizin
kuduran dalgalarının sesini, rengarenk çiçeklerin kokusunu, evrenin uçsuz
bucaksız muhteşemliğini çoktan unuttuk. Kendimizi bile hatırlamıyoruz bu
karanlıkta. Hiçbir çıkış yok, bizim için hiçbir kurtuluş yok artık.
Asla, asla, asla ve asla mutlu olamayacağız. Niçin kendimizi
yoruyoruz? Niçin koşuyoruz bu sonsuz yolda? Niçin kendimizi harap ediyoruz,
niçin kendini harap ediyorsun be adam? Oturalım şuraya dinlenelim. Gün gelecek
mutluluğu hissedeceğiz belki de iliklerimize kadar ama oturup düşündüğümüzde o
aklımızın içinde ki aşağılık herif mutsuz olacağımız zamanları düşünüp bizi
gene öldürecek.
Mutluluk esarettir, bundan derhal kurtul! Mutsuzlukla mutlu
olmayı dene, bunu yaptığın zaman kurşungeçirmez olacaksın. Mutsuzluk evrende
bilinen her acıdan daha çok acı verir insana. Mutlulukta bilinen her şeyden
daha çok güzel hisler verir. Fakat acı sınırsız güç, güzel olan her şey ise
zayıflık getirir.
Fırtınalı bir okyanusun içinde attığın bir kulaç mı, yoksa
durgun denizde attığın bir kulaç mı daha zordur? Hayat herkes için bu kadar zor
değildir, kimileri sadece durgun denizlerde gününü gün ederler. Tabi ki
mutluluk herkesin hakkı fakat ben burada mutsuzluktan tükenmişken, dışarıda bir
aptalın teki mutluluktan kendini beceriyor. Ben bu kadar çabalarken, bu kadar
hakederken dışarıdaki bunu hiç mi hiç hak etmeyen o insanın mutlu olması zoruma
gidiyor be azizim. Dert bilmez, tasa bilmez, sıkıntı bilmez hatta hayatı bile
bilmez ama gelmiş ben mutluyum diyor.
Şimdi gelip de bana “Der tabi! Çünkü adam mutlu amk.”
demeyin. Diyemez amk! Ben burada mutsuzken o kim kopek mutlu olacak? Benim
dünyam benim üzerime kardeşim, benim dünyamda ben mutsuzken hiçbir sikim mutlu
olamaz! O kadar.
Karşında gülüyorlar, kahkaha atıyor, espri yapıyorlar. Ya be
adam bu senin hoşuna gidiyor mu? Tutup bi kenara çekip “Napıyosun lan sen?
Napıyosun lan amına soktuğumun çocuğu görmüyor musun ölüyorum lan ben, ölüyorum
olum gülmesene!” desene şu orospu çocuğuna! De işte, demedin mi böyle
kaybedersin her zaman. Gerçi ne zaman kazandın ki? Söyle bana ha dostum ne
zaman kazandın? Kazanmak bizim genlerimizde yok. Mutluluk dinimiz, huzur
kitabımız olsa, bizler birer ateist olurduk şerefsizim!
Bizim sorunumuz aslında basit, her yeni günden o kadar şey
beklersek o yeni günler gelir bizim elimize verir teker teker. “Al bunu, bak
bakalım beklentilerine uyuyor mu? Uymuyorsa bi boy büyüğünü verelim abime…” der
sana. O bahsettiğim mutlu orospu çocuklarının bırak yarını, dün veya bugün bile
akıllarında değil. Bizler geçmişi referans alıp, bugünü doya doya yaşayıp,
yarını inşa ederken onlar sadece bugünü, her günü yaşadıkları gibi yaşarlar.
Bu aynı bir aksiyon filmi severinin, filmde bir gram aksiyon
olmamasına rağmen filmin türü aksiyon diye gidip o filmi izlemesi gibidir.
Çünkü onlar için hayat bu kadar basit, bizim için öyle mi? En ince ayrıntıya
kadar düşünürüz biz, bugün ne olacaksa olsun diyemeyiz işte. Çünkü o güne, o
kadar çok beklenti sığdırdık ki biz, biri bile olsa galaksinin en mutlu adamı
olacağız ama biri bile olmuyor işte.
Ne diyor Ozzy baba: “Hayat seni beklemez dostum.”
O kadar doğru bir cümle ki bu. Hayat geçerken önümüzden ışık
hızında, biz ancak koşarak ona yetişmeye çalışıyoruz. Ama bazen şöyle bir durum
oluyor ki, hayat ışık hızını da geçiyor ve zamanda geri gidiyor. O zamanda geri
gittiği için sen yaşadığın şeyleri gün gelince tekrar yeni baştan yaşıyorsun.
Kimileri buna déja vu derler, ben doğanın hayata karşı savaşı diyorum. Gerçi bu
savaşı her şeyin sonunda gene de hayat kazanıyor fakat işin ucunda aç olduğun o
mutluluğu tatmak var.